Bu bir yolculuğun başlangıcı belki bir deneme belki de bilinmeze
yolculuk; her neyse başarıyla tamamlandı.
Rotamı şu şekilde belirledim. Önce Yenikapı Bandırma arası
feribotla geçilecek sonrası ilk gün bandırma yenice yada kalkıma kadar pedal
basılacak. ikinci gün Kalkım, Edremit ve Ayvalık'a varılcak.
İlk gün toplamda 120
km civarı pedal basarak yenice ye kadar geldim. Aslında konaklamayı Kalkım’a
kadar gidip orada göl kenarına çadır kurarak yapmak istiyordum ancak yeniceye
geldiğimde artık çok yorulmuştum ve ikinci gün yenice Kalkım arasındaki yokuşun
zorluğu aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
Sabah saat 7.00 feribotuna binmek üzere 5:30 ta kalktım ve
evden 6.00 da çıktım. Bahçelievler den Yenikapı feribot iskelesi 30 dk kadar
sürüyor. Güneş daha doğmamıştı. Evden çıktım ve pedal basmaya başladım. Aksilik
illaki olacaktır her zaman. Birden gözlüğümü evde unuttuğumu fark ettim. Çünkü sokaklar
net değil buğulu görünüyordu. Hızlı bir şekilde eve dönüp gözlüğü aldıktan
sonra son sürat E-5 üzerinden Aksaray ve Yenikapı’ya geçtim. Sabahın erken bir
saati olmasına rağmen baya insan vardı. Yenikapı-Bandırma arası ekonomik paket
50 tl birde first class var o da 75 civarı. Tabi ben 50 tl lik olanı aldım. Ayrıca
bisiklet için 5 tl lik yük bileti de alıyorsunuz. Meraklı bakışlar daha feribota
binmeden üzerimde toplanmaya başladı. Orta yaşlı bir arkadaşla sohbete başladık
derken iki üç kişi oldu sohbet böylece feribotta da sohbet devam etti. Kimi anlamlandırabiliyordu
belki ama genelde herkes spor yapmak iyidir deyip geçiyordu. Ancak benim için
sporun ötesinde bir olaydı bu… Feribota binmişken first class ı ziyaret etmeden
olmazdı. Bende öyle yaptım ve üst kata çıkıp ne var ne yok bakmaya başladım
koltuklar çok rahat aşağıdan kesinlikle çok farklı sınıf ayrımını iyi koymuş
adamlar. Koltuklarda önünüzdeki ekrandan seçtiğiniz filmleri
izleyebiliyorsunuz. Arşiv yüklü. Bende seyre dalmışım. Yasaklar mı? Kim takar
bu saatten sonra yasakları…
Bandırmaya vardığımda saat 09.15 sularıydı. Hemen yola çıktım.
Bandırmadan otobana çıkış yorucuydu ve ilk yokuşumla yüzleştim. Daha sonra
önüme çıkan rampaların yanında kesinlikle devede kulaktı ama olsun yokuş
yokuştur. Derken otobana çıktım ve gönen yönüne dönerek sevinç için de
yolculuğa dört elle sarıldım. Bu deyim gerçekten burada gerçek. Uzun yolda
bisiklet sürmenin en keyifli yanlarından biride bağıra bağıra şarkılar söylemek…
Ezginin günlüğü ve kiraz mevsimi:

Çıplak heykeller yapmalıyım
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Çırılçıplak heykeller
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Çırılçıplak heykeller
Bir kere duyarsan güzelliğini tadını
Sonra ah oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme mevsimi olduğunu
Sonra ah oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme mevsimi olduğunu
Sana nasıl bulsam nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak değil
Sevişme vakti olduğunu
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak değil
Sevişme vakti olduğunu
Yokuşlarla karşılaşmam gittikçe artmaya başladı ve sıcağı öğleden
sonra daha fazla hissetmeye başlamış olmam bunalmama neden oluyor çeşme
gördükçe durup şapkayı ıslatıp serinleme molası vermeme neden oluyordu. Sürekli
güneye iniyor oluşum sol yanımı daha fazla yaktı. Güneş doğudan doğar batıdan
batar ve batarken sıcaklığı da azalır. Yani ben en yakıcı ışınlarını sürekli
almış oldum. Ve sol yanım daha fazla yandı. Kollarıma uzun kollu ince bir
şeyler giymiştim. Bacakları da aynı şekilde korumak gerekli. Ayrıca güneş kremi çok önemli.
Her köyde değil ama aralıklarla geçtiğim köylerde çay molası
veriyordum ve insanlar meraklı sorulara başlıyordu. Birisi “ben hayatta böyle
bir şey yapmam, zaten yapamam” diyor. Bende genç olsan yapardın dedim tabi
cevap hazır “genç olsam da yapmazdım…” Her
yer kırmızı salçalık biber kaynıyor. Traktörler römorklerle tarladan
topladıkları mahsulü taşıyorlar. Sonunda yeniceye vardım. Saat 17:30 sularıydı.
Hemen birine kalkıma kaç kilometre kaldığını ve yolun yokuş olup olmadığını
sordum. Cevaplar olumsuzdu bende yenicede konaklamaya karar verdim.
İkinci gün yine 120 km civarı yol yaptım. Yeniceden Kalkım’a
geçiş çok zordu ama bir o kadarda güzel, yol boyunca çok az araba geçiyor ve
sadece sessizlik ve dinginlik hakim dağlara. Biraz da kendi başınıza kalmayı
seviyorsanız bu tur biçilmiş kaftan diyebilirim. Tabi yine de bir kaç kişi birlikte
gitmek bu turu eğlenceli bir hale getirecektir. Kalkım küçük ama çok şirin bir
kasaba. Giderseniz dombili köftecide mutlaka köfte yiyin. Köftesi öyle ahım şahım
bir şey değil normal köfte ancak buraların biberi meşhur ve kızarmış biberi çok
güzeldi.
İnsanlar sürekli sorular soruyor. Tabi ben özellikle kahve
molaları veriyorum kasabalarda yemek yiyorum. Kalkımda da nereden gelip nereye
gittiğimi merak ettiler. Hatta birisi "nasıl gideceksin kaz dağlarını
nasıl geçeceksin yokuştur, gel seni otobüsle bırakalım" dedi. Her gün
kalkım edremit arası ufak midibüslerle seferler yapılıyor. Cevabım ise
"benim buraya geliş amacım bu yolun tamamını bisikletle geçmek" oldu.
Kendimi kandıramazdım ya...
İkinci virajdan sonra yol iyice dikleşti. Ancak sanki bu
yokuşunda bütün yokuşlar gibi biteceğinin işareti belki de son çırpınışlarıydı
bu diklik ama ne diklik. Soluk soluğa, yutkuna yutkuna çıkıldı.
Tabi her yokuşun bir de inişi vardır görkemli, onca ter onca
göz yaşı sonunda, rüzgârın özgürlüğünü hissetmek, motor sesi olmadan sadece
rüzgarın uğultusuyla saatte 60 km ile aşağı inmek... Bunun keyfide bir
başkaydı.
Hatta kaz dağlarının tepe noktasına çıkıp inişe yöneldiğimde
edremit ve denizin görüntüsü o an güneş, bulutlar gökyüzü, toprak ve ağaçlar
bahtiyarım...
İnişe geçtiğinizde yol size çok kolay görünür çıkışlarda ne
kadar zorlandığınızı nasıl yollardan oraya geldiğinizi unutursunuz ta ki yeni
bir yokuşla karşılaşana kadar. İşte o zaman gerçeklik alır sizi çölüne. Ve ağzınızdan
istemsiz bir küfür çıkıverir.
Edremit'e güç bela vardım. Arkama baktığımda geldiğim dağı
görmek tuhaf bir duygu insan önce inanamıyor "sahi ben şu dağdan mı geldim…"
Ayvalığa vardığımda gördüğüm ilk kaldırımda durdum ve sırt
üstü uzandım. Artık hava iyice kararmıştı saat 19:30 civarlarıydı. Kimi
arabasından korna çalıyor sanki hoş geldin diyordu. Bütün yolculuk boyunca beni
turist sanan çocuklar, Jorch diyenler, ingilizce bir şeyler söylemeye
çalışanlar bir hayli oldu.
Ayvalık ta konakladım. Gece Ayvalığı gezmemek olmazdı. Gece bir
yerde yemek yedikten sonra önce sahil boyunca bir aşağı bir yukarı turladım
sonra sahildeki bir yere bira içmek için yöneldim. Yer yoktu şöyle bir bakındım
ve sahibi masasına davet etti. Bu fırsat kaçmaz. Sohbet başladı. Aslen İstanbul
lu bir arkadaş. 50 yaşlarında orta boylu bir arkadaştı ve şimdiye kadar
yaşadığı olayları sanki yüzünde taşıyan
bir hali vardı. Bir yandan Ahmet Kaya çalıyordu. Pos bıyıklı bir amca
rakı içiyor efkarlanıyordu ve hesabı ödeyip mekanın sahibiyle ve benimle
vedalaştıktan sonra evine gitmek üzere ayrılıyordu. Ama 10 dakika sonra tekrar
dönüyordu. Bu böylece sürüp gidiyordu. Belki bu durumun kendisi belki de o
yerin sahibinin o bezgin hali beni bıktırdı ve 00.00 gibi kalktım yoksa sohbet uzadıkça
uzuyordu ve sabah erkenden kalkıp cunda, şeytan sofrası ve fazlası gibi
planlarım vardı. Sokaklarda biraz daha dolandım…
Cunda adasında balık yiyebilirsiniz. Lakin ben bunu
yapmadım. Cundanın eski evlerini dolaştım. Sokak sokak o eski taş evleri
dolaştım. Bunu kesinlikle öneririm. Tepeye doğru mutlaka çıkınız. Yol sizi
aşıklar tepesine çıkaracak oradan hem cunda manzarası hem de şeytan sofrası
görünüyor.
Aşıklar tepesine çıktım, eski bir değirmeni restore edip
kafeterya türü bir şey yapmışlar. Değişik bir ortam ve kahve 5 lira. Manzara
güzel. Ancak şeytan sofrası bile o kadar pahalı değildi. Önerim buraya girin
fotoğraflarınızı çekin ve çıkın... Lakin buranın adı aşıklar tepesi... Yalnız
değilseniz illaki eliniz cebinize gidecektir ve akrebi öldürmeniz gerekecek...
Buradan ayrıldım ve cunda adasının dış çeperinde bir yerde olan patrica
plajlarına doğru pedal bastım 30 - 35 dk civarı bir yol mekân güzeldi. Aynı şekilde
denizde. Tabi yüzdüm onca ter ve yorgunluk sonrası yüzmek gibisi yokmuş. Buraya
gelirken yolda köpekler saldırıyor dikkat. Önerim kaçmamanız. Bu şekilde her
durumda köpeklerin yanında yavaş geçin ve kaçmayın ve hayvanın gözlerine bakın
sadece o kadar.
Şezlonglara uzanıp yorgunluğun üzerine soğuk bir bira içmek
muhteşem... Tabi şemsiye güneşe bağlı olarak gölgesinin yerini de değiştirmese
ayakları korumak için çekmek gerekmeyecek zira ayaklar tüm yolculuk boyunca
kızarmış domates gibi oldu. Saat 15.00 gibi buradan çıktım ve şeytan sofrasında
güneşin batışını izlemek üzere yola koyuldum. Köpeklerin saldırdığı yerden
geçerken korkmadım desem yalan olur ancak olası her şeye hazırlıklıyım. Saat 17.00
gibi şeytan sofrasına geldim.
Şeytan sofrası gerçekten methedildiği kadar güzelmiş.
Güneşin batışı ise bir o kadar lirik bir o kadar etkileyici. Güneşin tam
batımına yakın fotoğraf makinesinin şarzı bitti. Kafedekilerden rica ettim ve
15 dk kadar şarz oldu. Ve çok güzel gün batımı fotoları çektim. O anda herkes
büyülenmiş bir şekilde sanki bir ayin değmişçesine manzarayı fotoğraflıyordu.
Evlerine döndüklerinde sevdiklerine gösterecekleri güzel bir şeyin hatırasını
ölümsüzleştiriyordu.