2 Ekim 2012 Salı

Günlük_1 : Bandırma-Gönen-Yenice-Kalkım-Edremit-Ayvalık_300 km


Bu bir yolculuğun başlangıcı belki bir deneme belki de bilinmeze yolculuk; her neyse başarıyla tamamlandı.
Rotamı şu şekilde belirledim. Önce Yenikapı Bandırma arası feribotla geçilecek sonrası ilk gün bandırma yenice yada kalkıma kadar pedal basılacak. ikinci gün Kalkım, Edremit ve Ayvalık'a varılcak.

 İlk gün toplamda 120 km civarı pedal basarak yenice ye kadar geldim. Aslında konaklamayı Kalkım’a kadar gidip orada göl kenarına çadır kurarak yapmak istiyordum ancak yeniceye geldiğimde artık çok yorulmuştum ve ikinci gün yenice Kalkım arasındaki yokuşun zorluğu aldığım kararın ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
Sabah saat 7.00 feribotuna binmek üzere 5:30 ta kalktım ve evden 6.00 da çıktım. Bahçelievler den Yenikapı feribot iskelesi 30 dk kadar sürüyor. Güneş daha doğmamıştı. Evden çıktım ve pedal basmaya başladım. Aksilik illaki olacaktır her zaman. Birden gözlüğümü evde unuttuğumu fark ettim. Çünkü sokaklar net değil buğulu görünüyordu. Hızlı bir şekilde eve dönüp gözlüğü aldıktan sonra son sürat E-5 üzerinden Aksaray ve Yenikapı’ya geçtim. Sabahın erken bir saati olmasına rağmen baya insan vardı. Yenikapı-Bandırma arası ekonomik paket 50 tl birde first class var o da 75 civarı. Tabi ben 50 tl lik olanı aldım. Ayrıca bisiklet için 5 tl lik yük bileti de alıyorsunuz. Meraklı bakışlar daha feribota binmeden üzerimde toplanmaya başladı. Orta yaşlı bir arkadaşla sohbete başladık derken iki üç kişi oldu sohbet böylece feribotta da sohbet devam etti. Kimi anlamlandırabiliyordu belki ama genelde herkes spor yapmak iyidir deyip geçiyordu. Ancak benim için sporun ötesinde bir olaydı bu… Feribota binmişken first class ı ziyaret etmeden olmazdı. Bende öyle yaptım ve üst kata çıkıp ne var ne yok bakmaya başladım koltuklar çok rahat aşağıdan kesinlikle çok farklı sınıf ayrımını iyi koymuş adamlar. Koltuklarda önünüzdeki ekrandan seçtiğiniz filmleri izleyebiliyorsunuz. Arşiv yüklü. Bende seyre dalmışım. Yasaklar mı? Kim takar bu saatten sonra yasakları…
Bandırmaya vardığımda saat 09.15 sularıydı. Hemen yola çıktım. Bandırmadan otobana çıkış yorucuydu ve ilk yokuşumla yüzleştim. Daha sonra önüme çıkan rampaların yanında kesinlikle devede kulaktı ama olsun yokuş yokuştur. Derken otobana çıktım ve gönen yönüne dönerek sevinç için de yolculuğa dört elle sarıldım. Bu deyim gerçekten burada gerçek. Uzun yolda bisiklet sürmenin en keyifli yanlarından biride bağıra bağıra şarkılar söylemek… Ezginin günlüğü ve kiraz mevsimi:
Çıplak heykeller yapmalıyım
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Çırılçıplak heykeller
Bir kere duyarsan güzelliğini tadını
Sonra ah oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme mevsimi olduğunu
Sana nasıl bulsam nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak değil
Sevişme vakti olduğunu
Ve yol hiç bitmeyecek gibi devam ediyor. Zaten derdim de aman bir an önce bitsin değildi yoksa yaptığınız işten keyif alamazsınız. Sindire sindire pedal basmalı yollarda. Derken gönen e vardım. Sağlam bir öğle yemeği yedim. Bu İstanbul çok pahalı, yollarda bir kez daha gördüm. Onca şey yedim 7 yada 8 lira ödedim aynı zamanda su bedava… Bir çay molası verdim  ve yola tekrar koyuldum. Gönen den çıkmadan önce son kez bir bakkala su almak için girdim. Tabi insanlarla her diyalog sonucunda merak edip soruyorlar nereye gittiğimi. Bandırmadan gönen e gelişim bile şaşırtıyor hele ayvalığa yenice ve kalkım üzerinden gidecek oluşum iyice şaşırmalarına neden oluyordu. Ama dost bir sohbet ve iyi dileklerle uğurluyorlardı. Eczaneden sola dönecekmişim ve köprüyü geçtikten sonra ilk sol beni doğruca baraj yoluna oradan yeniceye çıkaracakmış. Bende öyle yaptım. Köprü sonra sola dönüş devam. Baraj yolu oldukça ıssızdı ama çok güzel hele gönen barajı enfes ve balık tutmaya gelenler de aşağıda oltalarını atmış bekliyorlardı. Her yer orman ve yeşillik. Yola çıkarken biraz da sonbahar pozları çekerim diye bekliyordum ancak mevsim daha rengini toprağa çalmamıştı. Demem o ki henüz yapraklar sararmaya yüz tutmamış.
Yokuşlarla karşılaşmam gittikçe artmaya başladı ve sıcağı öğleden sonra daha fazla hissetmeye başlamış olmam bunalmama neden oluyor çeşme gördükçe durup şapkayı ıslatıp serinleme molası vermeme neden oluyordu. Sürekli güneye iniyor oluşum sol yanımı daha fazla yaktı. Güneş doğudan doğar batıdan batar ve batarken sıcaklığı da azalır. Yani ben en yakıcı ışınlarını sürekli almış oldum. Ve sol yanım daha fazla yandı. Kollarıma uzun kollu ince bir şeyler giymiştim. Bacakları da aynı şekilde korumak gerekli.  Ayrıca güneş kremi çok önemli.
Her köyde değil ama aralıklarla geçtiğim köylerde çay molası veriyordum ve insanlar meraklı sorulara başlıyordu. Birisi “ben hayatta böyle bir şey yapmam, zaten yapamam” diyor. Bende genç olsan yapardın dedim tabi cevap hazır “genç olsam da yapmazdım…”  Her yer kırmızı salçalık biber kaynıyor. Traktörler römorklerle tarladan topladıkları mahsulü taşıyorlar. Sonunda yeniceye vardım. Saat 17:30 sularıydı. Hemen birine kalkıma kaç kilometre kaldığını ve yolun yokuş olup olmadığını sordum. Cevaplar olumsuzdu bende yenicede konaklamaya karar verdim.
İkinci gün yine 120 km civarı yol yaptım. Yeniceden Kalkım’a geçiş çok zordu ama bir o kadarda güzel, yol boyunca çok az araba geçiyor ve sadece sessizlik ve dinginlik hakim dağlara. Biraz da kendi başınıza kalmayı seviyorsanız bu tur biçilmiş kaftan diyebilirim. Tabi yine de bir kaç kişi birlikte gitmek bu turu eğlenceli bir hale getirecektir. Kalkım küçük ama çok şirin bir kasaba. Giderseniz dombili köftecide mutlaka köfte yiyin. Köftesi öyle ahım şahım bir şey değil normal köfte ancak buraların biberi meşhur ve kızarmış biberi çok güzeldi.
İnsanlar sürekli sorular soruyor. Tabi ben özellikle kahve molaları veriyorum kasabalarda yemek yiyorum. Kalkımda da nereden gelip nereye gittiğimi merak ettiler. Hatta birisi "nasıl gideceksin kaz dağlarını nasıl geçeceksin yokuştur, gel seni otobüsle bırakalım" dedi. Her gün kalkım edremit arası ufak midibüslerle seferler yapılıyor. Cevabım ise "benim buraya geliş amacım bu yolun tamamını bisikletle geçmek" oldu. Kendimi kandıramazdım ya...
Gel gelelim kaz dağlarına, evet adı kadar güzeldi. Sürekli bir çıkış. İlk başlarda çok fazla bir eğim yoktu yani bisikletin üzerinde devam edebiliyordum ancak tepeye yaklaştıkça ikinci dönemeç de bisikletten indim çeşmeye kadar yürüdüm ve orada mola verdim. Motosikletli bir arkadaşta aynı yerde mola vermişti. Sohbet etmeye başladık. 50-55 yaşlarında biriydi. O da edremitte yaşıyormuş şehirden bunaldığında kendini kaz dağlarına atıyor scoter uyla buralarda hava alıp açıldıktan sonra geri dönüyormuş. Çeşmeye ilk yöneldiğimde üzüm yıkadığını görmüştüm ve ne yalan söyleyeyim içim gitmişti. Arkadaş benim söylememe gerek bırakmadan ikram etti. Dost bir sohbet oldu. Memleket meseleleri de es geçilmedi. Bol bol küfür edildi. Vedalaştık ve yola koyuldum.
İkinci virajdan sonra yol iyice dikleşti. Ancak sanki bu yokuşunda bütün yokuşlar gibi biteceğinin işareti belki de son çırpınışlarıydı bu diklik ama ne diklik. Soluk soluğa, yutkuna yutkuna çıkıldı.
Tabi her yokuşun bir de inişi vardır görkemli, onca ter onca göz yaşı sonunda, rüzgârın özgürlüğünü hissetmek, motor sesi olmadan sadece rüzgarın uğultusuyla saatte 60 km ile aşağı inmek... Bunun keyfide bir başkaydı.
Hatta kaz dağlarının tepe noktasına çıkıp inişe yöneldiğimde edremit ve denizin görüntüsü o an güneş, bulutlar gökyüzü, toprak ve ağaçlar bahtiyarım...
İnişe geçtiğinizde yol size çok kolay görünür çıkışlarda ne kadar zorlandığınızı nasıl yollardan oraya geldiğinizi unutursunuz ta ki yeni bir yokuşla karşılaşana kadar. İşte o zaman gerçeklik alır sizi çölüne. Ve ağzınızdan istemsiz bir küfür çıkıverir.
Edremit'e güç bela vardım. Arkama baktığımda geldiğim dağı görmek tuhaf bir duygu insan önce inanamıyor "sahi ben şu dağdan mı geldim…"
Bir markete girdim ve yolda ihtiyacım olabilecek yemek ve su ihtiyaçlarımı giderdikten sonra Ayvalık'a doğru pedal basmaya başladım. Zamanın sıkıştırmasından kaynaklı olarak mola da vermedim. Zira molayı Kaz dağlarında inişe geçtiğimde bir yerde durup kendimi sırt üstü çamların arasına atarak vermiştim. Orada ki keyif anlatılmaz yaşanır cinsindendi gerçekten.

Edremit-Ayvalık yolunu kime sorsam muhtemelen düz derler tabi bu yolu bisikletle geçenler ne demek istediğimi iyi anlayacaklardır. Uzun bir yol düz etaplar çok lakin uzun ve eğimli rampalarda çok ve her birinde yol kenarındaki tck yazan ve 20 m aralıklarla konulmuş tabelaları sayar bitişine kadar zorlandıkça nefes kontrolü ile pedal basmaya devam ederdim. Güneşin batmasına yakın ayvalık sınırlarına girdim. Güneş zeytin ağaçlarının ardında büyüsünü yapıyor yine o bildik lirik şarkıyı söylüyordu.
Ayvalığa vardığımda gördüğüm ilk kaldırımda durdum ve sırt üstü uzandım. Artık hava iyice kararmıştı saat 19:30 civarlarıydı. Kimi arabasından korna çalıyor sanki hoş geldin diyordu. Bütün yolculuk boyunca beni turist sanan çocuklar, Jorch diyenler, ingilizce bir şeyler söylemeye çalışanlar bir hayli oldu.

Ayvalık ta konakladım. Gece Ayvalığı gezmemek olmazdı. Gece bir yerde yemek yedikten sonra önce sahil boyunca bir aşağı bir yukarı turladım sonra sahildeki bir yere bira içmek için yöneldim. Yer yoktu şöyle bir bakındım ve sahibi masasına davet etti. Bu fırsat kaçmaz. Sohbet başladı. Aslen İstanbul lu bir arkadaş. 50 yaşlarında orta boylu bir arkadaştı ve şimdiye kadar yaşadığı olayları sanki yüzünde taşıyan  bir hali vardı. Bir yandan Ahmet Kaya çalıyordu. Pos bıyıklı bir amca rakı içiyor efkarlanıyordu ve hesabı ödeyip mekanın sahibiyle ve benimle vedalaştıktan sonra evine gitmek üzere ayrılıyordu. Ama 10 dakika sonra tekrar dönüyordu. Bu böylece sürüp gidiyordu. Belki bu durumun kendisi belki de o yerin sahibinin o bezgin hali beni bıktırdı ve  00.00 gibi kalktım yoksa sohbet uzadıkça uzuyordu ve sabah erkenden kalkıp cunda, şeytan sofrası ve fazlası gibi planlarım vardı. Sokaklarda biraz daha dolandım…
Sabah erken kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra cunda adasına doğru yola koyuldum. Sabah erkenden yola çıkmak özellikle çok güzel. Her şeyden önce hayatın uyanışı bu... Bu işe gönül verenlere söyleyeceğim erkenden yola çıkılması. Cunda adasına Türkiye’nin ilk boğaz köprüsünü hafif bir tebessüm ile geçerek ulaştım. Gerçekten taş çatlasın 30 m var yok bir köprü, gel gelelim boğaz mı boğaz...
Cunda adasında balık yiyebilirsiniz. Lakin ben bunu yapmadım. Cundanın eski evlerini dolaştım. Sokak sokak o eski taş evleri dolaştım. Bunu kesinlikle öneririm. Tepeye doğru mutlaka çıkınız. Yol sizi aşıklar tepesine çıkaracak oradan hem cunda manzarası hem de şeytan sofrası görünüyor.
Aşıklar tepesine çıktım, eski bir değirmeni restore edip kafeterya türü bir şey yapmışlar. Değişik bir ortam ve kahve 5 lira. Manzara güzel. Ancak şeytan sofrası bile o kadar pahalı değildi. Önerim buraya girin fotoğraflarınızı çekin ve çıkın... Lakin buranın adı aşıklar tepesi... Yalnız değilseniz illaki eliniz cebinize gidecektir ve akrebi öldürmeniz gerekecek... Buradan ayrıldım ve cunda adasının dış çeperinde bir yerde olan patrica plajlarına doğru pedal bastım 30 - 35 dk civarı bir yol mekân güzeldi. Aynı şekilde denizde. Tabi yüzdüm onca ter ve yorgunluk sonrası yüzmek gibisi yokmuş. Buraya gelirken yolda köpekler saldırıyor dikkat. Önerim kaçmamanız. Bu şekilde her durumda köpeklerin yanında yavaş geçin ve kaçmayın ve hayvanın gözlerine bakın sadece o kadar.
Şezlonglara uzanıp yorgunluğun üzerine soğuk bir bira içmek muhteşem... Tabi şemsiye güneşe bağlı olarak gölgesinin yerini de değiştirmese ayakları korumak için çekmek gerekmeyecek zira ayaklar tüm yolculuk boyunca kızarmış domates gibi oldu. Saat 15.00 gibi buradan çıktım ve şeytan sofrasında güneşin batışını izlemek üzere yola koyuldum. Köpeklerin saldırdığı yerden geçerken korkmadım desem yalan olur ancak olası her şeye hazırlıklıyım. Saat 17.00 gibi şeytan sofrasına geldim.
O nasıl bir yokuştu hala hafızamda. Kaz dağları gibi çok uzun değildi ancak hatırı sayılır bir eğim vardı birde bisikletinizin arkasında 20 kg yakın yük varsa bu hatır gerçekten sayılıyor. O yokuşu çıkarken arabayla geçenlerin yüzünde nedense pis bir sırıtış vardı. Neyse zafer bunun için ter dökenlerindir çünkü Şeytan sofrasına çıktığımda oradaki manzara benim için daha değerliydi yada kaz dağlarında ki şahinin çığlıkları yada cunda adasındaki eski taş evler yada gönen barajının ıssız yollarındaki sessizlik ve rüzgarın çam iğnelerinin arasından geçerken çıkardığı uğultulu ses yada gönen yollarında söylediğim şarkılar...
Şeytan sofrası gerçekten methedildiği kadar güzelmiş. Güneşin batışı ise bir o kadar lirik bir o kadar etkileyici. Güneşin tam batımına yakın fotoğraf makinesinin şarzı bitti. Kafedekilerden rica ettim ve 15 dk kadar şarz oldu. Ve çok güzel gün batımı fotoları çektim. O anda herkes büyülenmiş bir şekilde sanki bir ayin değmişçesine manzarayı fotoğraflıyordu. Evlerine döndüklerinde sevdiklerine gösterecekleri güzel bir şeyin hatırasını ölümsüzleştiriyordu.